18 Nisan 2024

Siyaset yapmayı yasaklama davası!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri

Çizim: Ercan Altuntaş

Kobani Davası olarak bilinen ve aralarında Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Gültan Kışanak, Ahmet Türk, Sabahat Tuncel gibi önde gelen politikacıların da yargılandığı, 35 kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis istenen 108 sanıklı davada karar duruşması ertelendi.

Oysa mahkeme bir önceki duruşmada kararını 17 Nisan günü (dün) açıklayacağını belirtmişti.

Arkadaşımız Murat Sabuncu, davayı izleyen hukukçularla konuşmuş, "ertelemenin siyasi olduğuna dair güçlü kanaat sahibi olduklarını" görmüş.

Bu da çok normal çünkü bu dava hukuki değil, siyasi bir dava.

Siyaset yapmayı cezalandırmayı hedefliyor.

Partilerin ve vatandaşların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Anayasa ile teminat altına alınmış haklarını kullanmaları durumunda başlarına ne gelebileceği ile ilgili bir örnek yaratılmak isteniyor.

Bu davanın konusu olan Kobani olayları, HDP'nin, IŞİD'in Kuzey Suriye'de başlattığı katliama müdahale edilmesi için hükümeti uyarmak amacıyla bölge halkını protestoya çağırmasıyla başladı.

6 Ekim 2014 günü başlayan gösteriler, 7 Ekim günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Kobani düştü düşecek" sözlerinin etkisiyle büyüdü.

9 Ekim 2014 günü HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın yaptığı "sükûnet çağrısıyla" sona erdi.

6 – 8 Ekim 2014 tarihinde yaşananlar ile ilgili olarak HDP yöneticileri ile ilgili soruşturma bir yıl sonra, 2015 yılının Ekim ayında başlatıldı. HDP Eş Başkanları Demirtaş ve Yüksekdağ'ın ifadeleri 4 yıl sonra alındı ve iddianame 30 Aralık 2020 günü mahkemeye teslim edildi. Davanın ilk duruşması olayların yatışmasından 7 yıl sonra, 26 Nisan 2021 günü yapıldı.

Olay tarihi 2014, dava tarihi 2021. Geldik 2024 Nisan ayının sonuna, karar yine ertelendi.

Amerikan polis dizilerini seyredenler, böyle soruşturmalarda savcıların, delil bulmaları için polisi ne kadar sıkıştırdığını bilirler.

Ama bu davada tam tersi oldu, savcı polisi değil, polis savcıyı sıkıştırdı!

Emniyet'ten savcılığa gelen imzasız bir belgede "davayı açın, HDP MYK'sını mutlaka dahil edin" denildiği ortaya çıkmıştı.

Tipik bir durum bu: Polis, kendi sorumluluğunu başkasına yıkmak için savcıya akıl öğretiyor, savcı da Saray'ın gözüne girmek için bu talimata uyuyor ama hepsi birden tembel oldukları için bu belgeyi dosyada unutuyorlar!

Kobani davasını çok önemsiyorum, çünkü bu dava, Türkiye'de demokratik siyasetin yasaklanması yolunda atılan büyük adımlardan biri.

Bu davanın özü, 6 Ekim 2014'te, Kobani'nin IŞİD tarafından ele geçirilmesine göz yumulduğu gerekçesiyle, HDP Merkez Yürütme Kurulu'nun vatandaşları protesto gösterilerine çağırması.

Protesto gösterisi düzenlemek, şiddete dönüşmediği sürece T.C. vatandaşlarının AİHS ve Anayasa tarafından korunan temel hakları arasında.

Polisin görevi, protesto gösterisi hakkının huzur içinde kullanılmasını sağlamak amacıyla gerekli önlemleri almak!

Önceden izin almak da gerekmiyor, bununla ilgili AYM ve AİHM'nin çok sayıda kararı var.

Bir siyasi partinin yandaşlarını protesto gösterisi için sokaklara davet etmesi de bu çerçevede bir suç değildir, demokratik bir hakkın kullanımıdır ve siyasi parti faaliyetidir.

Siyasi Partiler Kanunu'na göre partiler açık propaganda yaparlar, serbesttir.

Böyle bir gösteride suç, gösteriye katılanların şiddete yönelmeleriyle başlar, gösteriye çağrı ile değil.

Ve suç kişiseldir, cezai sorumluluk işleyeni bağlar.

Suça azmettiren varsa o da elbette sorumludur.

Kobani iddianamesinin, onca laf kalabalığı arasında somut deliller ve tanıklıklar ile ortaya koyamadığı da budur: HDP Merkez Yürütme Kurulu, suçu bizzat teşvik etti mi?

Dosyada partinin aldığı bir karar var ve bu karar şiddete davet etmiyor, Anayasal hakkın kullanılmasına yönelik bir çağrı.

Üstelik parti, şiddetin başlamasıyla birlikte aksi yönde bir çağrı da yapmış.

Bu olaylar sırasında tutuklananların sayısı 300'den fazlaydı.

İşlenen suçlarla ilgili olarak davalar açıldı, yargılamalar yapıldı, cezalar verildi.

Soruşturulmayan konu ise şuydu: 46 kişi öldürülür, 682 kişi yaralanırken, devletin güvenlik güçleri ne yapıyordu?

Olaylara müdahale taktikleri mi yetersizdi, sayıları mı eksikti, teçhizatları mı yoktu?

Yoksa emir – komuta zincirinde hatalı emirler mi verildi?

HDP dışındaki siyasi unsurlar, mesela Hüda Par bu olaylarda nasıl rol aldı?

Protesto gösterilerine katılanlar ile Hüda Par yandaşları arasındaki çatışmalarda kaç kişi öldü, kaç kişi hakkında dava açıldı?

Öldürülen T.C. vatandaşları arasında bir ayrımcılık yapılmadığını var saymak isterim elbette ancak bu yönde işaretler de var.

Tabii bunlar ceza soruşturmasıyla ilgili olarak işin hukuki yönü.

Meselenin bu yönünü araştırmadan, Saray'dan gelen bir işaret ve polisten gelen emirlerle açılan bu dava ise siyasi!

Yapılmak istenen bu: Muhalefetin siyaset yapmasını önlemek, cezalandırma tehdidi ile sindirmek, sinmeyeni hapiste çürütmek.

Bu dava muhalefet partileri için çalınan bir alarm zili aslında.

Siyaset yapmayı cezalandırmak Erdoğan rejiminin nereye kadar gidebileceğini de gösterecek.

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Müstemleke valisi mi, büyükelçi mi?

Suriye gibi ilişkilerimizi son derece hassasiyetle yürütmemiz gereken bir ülkeye meslekten bir diplomat bulunup da tayin edilememiş olması tuhaf... Türkler, Arapların ağabeyi değil. Suriye gibi yeniden ayağa kalkabilmek için yolun başında olan bir ülkeye, daha ilk günden Osmanlı güzellemeleri yapmak, akıllı bir dış politika değildir

“Şeytan” bu cinayetin neresinde?

Sinan Ateş cinayeti “ben bir suç örgütünün eseriyim” diye bağırıyor ama mahkeme heyetinin kulakları ağır işitiyor. Bir örgüt var, o maktulün “ipini çekmeye” karar veriyor ve ip çekiliyor! Hepsi biliyorlar ki bu örgüt, hapishanede yattıkları sürece onlara iyi bakacak, Yargıtay kararı bozunca da hepsi sokaklara geri dönecekler. Bunu beceremezlerse, hapishaneden firar ettiklerini duyarız

Yılbaşı kutlamaları ve “dinciler”

Rüşvet yemek, ihalelerden avanta almak, avanta kapma işine çocuklarını da karıştırmak ve nepotizm toplumumuzda kültürel ve geleneksel bir temele mi sahip ki Diyanet’in aklı sadece yılbaşında başına geliyor?

"
"